Yezid

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
08.29, 21 Eylül 2025 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 57170 numaralı sürüm (Bu Konu Hakkında Risale-i Nur'daki Derslerin Özeti)
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Ebu Yezid için Bayezid-i Bistami sayfasına gidin

Yezid zalimliği ve kötü ahlakıyla meşhur bir Emevî halifesiydi. Sahabi ve halife olan babası Hz. Muaviye'nin dönemin adeti gereği ata binme, silâh kullanma ve Arapça'da maharet kazanması için gönderdiği bedevilerin yanında içki ve eğlence dünyasını tanıyıp kötü alışkanlık edindi ve bunlara ömrü boyunca devam etti. Halifeliği mücadele sonunda elde eden Hz. Muâviye müslümanların hilâfet meselesi yüzünden yeni bir iç savaşa sürüklenmesini engellemeyi gerekçe göstererek halifeliği saltanata dönüştürüp oğlu Yezîd’i veliaht tayin etti. Ancak Medine’de Hz. Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Ömer gibi sahâbîlerden bir grup hilâfeti saltanata çevirmenin yanlışlığı gerekçesiyle buna şiddetle karşı çıktı. Yine de Muaviye'nin vefatından sonra halife oldu. Abdullah b. Zübeyr ile Hz. Hüseyin Mekke’de Yezîd aleyhindeki faaliyetlerini sürdürdüler. Hz. Hüseyin’in Kûfe’deki taraftarları kendisine mektup yazarak Kûfe’ye gelip başlarına geçmesini istediler. Mektup kendisine ulaşınca yola çıkan Hz. Hüseyin Kerbelâ’da Emevî ordusu tarafından yanındakilerle birlikte feci şekilde öldürüldü. Emevi ordusu daha sonra Abdullah b. Zübeyr'i ortadan kaldırmak için Medine’yi kuşattı ve şehre hakim oldu. Abdullah b. Zübeyr Mekke'ye gitti ve Emevi ordusu bu defa Mekke'yi kuşattı ancak Yezid ölünce kuşatma sona erdi. Kerbelâ ve Medine vak‘alarının ardından Mekke’nin kuşatılması Yezîd’e duyulan düşmanlık ve nefreti daha da şiddetlendirdi.

3,5 yıl halifelik yapan Yezîd zamanında Kuzey Afrika dışındaki bölgelerde fetihler durdu. Zamanının çoğunu şair ve mûsikişinaslarla bir arada oyun, eğlence ve içki meclislerinde geçirdi. İcraatları yüzünden müslümanların hâfızasında İslâm tarihinin en kötü isimlerinden biri olarak yer etti ve bu sebeple tekfir edilip lânetlenebileceğini söyleyenler oldu.[1]

Peygamberimiz Emeviye Devleti’nin zuhurunu, onların padişahlarının çoğunun zalim olacağını ve içlerinde Yezid ve 2. Velid gibi şerir reisler olacağını mucize olarak önceden haber vermiştir. Bediüzzaman ölmüş ve ahiretteki ceza yurduna gitmiş insanları kötülemenin gereği olmadığını, Ehl-i Sünnet’in ve ilm-i kelâmın büyük imamlarından Sadeddin-i Taftazani'nin Yezid ve Velid hakkında lanet etmeye ve tadlillerine cevaz vermesine mukabil Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin allâmelerinin her ne kadar Yezid ve Velid zalim, gaddar ve fâcir olsa da sekeratta imansız gittikleri kesin bilinmediğinden kesin delil olmadığında hususi şahıslara lanet edilemeyeceğini söylediklerini, ayrıca lanet etmek ameli salih olmadığından bunda hayır ve sevap olmadığını, Kur’an’ı, peygamberimizi ve bütün sahabelerin kudsî sohbetlerini inkâr eden hadsiz kişiler ortada varken mel’unları hatıra getirmeyip lanet etmemenin dinen hiçbir zararı olmadığını beyan eder.

Bu Konu Hakkında Risale-i Nur'daki Derslerin Özeti

  • İmam-ı Ali’nin şahsiyet-i manevîsi ve makamat-ı velayetine ilişmekle şahsına ve siyasetine darbe vurmak başka şeylerdir. Birincisine ilişmek kimsenin haddi değilken, Hz. Ali zamanında olan hadiselerde Yezid ve Velid gibi habîs herifler dışındakilerin çoğunluğu İmam-ı Ali’nin (ra) hârika kemalâtına değil yalnız toplum hayatına yönelik idaresine darbe vurmaya çalışmışlar, hata etmişlerdir.
  • Bediüzzaman bu dehşetli zamanda imanı bulunanlarla, hatta sapkın fırka mensuplarıyla, hatta Hristiyan bile olsalar Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik edenlerle anlaşmazlık noktalarını münakaşa etmemeyi, hocaların cuma ve cemaatlerine ilişmemeyi, iştirak edilmese bile iştirak edenleri tenkit etmemeyi tavsiye eder. İmam-ı Rabbanî “Bid’a olan yerlere girmeyiniz.” sözüyle burada kılanan namaz iptal olacağını değil bu işin sevabının olmayacağını kast etmiştir. Selef-i salihînden Yezid ve Velid gibi şahısların arkasında namaz kılanlar olmuştur.
  • Peygamberimiz Emeviye Devleti’nin zuhurunu, onların padişahlarının çoğu zalim olacağını ve içlerinde Yezid ve 2. Velid gibi şerir reisler olacağını mucize olarak önceden haber vermiştir.
  • Emevîlerin Hâşimîlere karşı geleneksel rekabet damarı Yezid gibi bazılarında bulunduğundan al-i beyte karşı şefkatsiz bir düşmanlık gösterdiler.
  • Kur'an'ın "Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez." ayetinin düsturu ile adalet ve ittihada çalışan ehl-i imanı "irticacı" diye itham etmeyi Bediüzzaman mel’un Yezid’in zulmünü, Hz. Ömer'in adaletine tercih etmeye benzetir.
  • Bediüzzaman doğudaki aşiretler arasında yaptığı seyahatte onların istibdat (baskı rejimi) hakkındaki sorularına verdiği cevapta istibdatın hayvaniyetten geldiğini, hilafet saltanata dönüşünce Yezid zamanında bir derece kuvvet bulduğunu, Hz. Hüseyin'in buna karşı çıkmasına rağmen maalesef istibdatın kuvveti olan cahillik ve vahşetin Yezid'in istibdatını güçlendirdiğini söylemiştir.

Şahsi Bilgiler

Diğer İsimleri: Ebû Hâlid Yezîd b. Muâviye b. Ebî Süfyân el-Kureşî el-Ümevî, 1. Yezid [1]

Doğum Yeri ve Tarihi: Şam şehri, 26 (647) veya 27 (648) yılında Dımaşk’

Vefat Yeri ve Tarihi: Dımaşk yakınlarındaki Huvvârîn’de öldü ve Dımaşk’ta Bâbüssagīr Mezarlığı’na defnedildi (14 Rebîülevvel 64 / 10 Kasım 683).

Kabrinin Yeri:

Harita Konumu:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği

Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– Emeviye Devleti’nin zuhurunu ve onların padişahlarının çoğu zalim olacağını ve içlerinde Yezid ve Velid bulunacağını ve Hazret-i Muaviye ümmetin başına geçeceğini وَاِذَا مَلَكْتَ فَاَسْجِحْ fermanıyla, rıfk ve adaleti tavsiye etmiş.

(19. Mektup)


Hem ferman etmiş ki: هَلَاكُ اُمَّتٖى عَلٰى يَدِ اُغَيْلِمَةٍ مِنْ قُرَيْشٍ diye Emeviye’nin Yezid ve Velid gibi şerir reislerinin fesadını haber vermiş.

(19. Mektup)


Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarîkata mensup Müslümanlar, şimdi bu acib zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden, Hristiyan bile olsa onlarla medar-ı nizâ noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi hem bu acib zaman hem mesleğimiz hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur’un âlem-i İslâm’da intişarına karşı, hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde maniler çıkmamak için Risale-i Nur şakirdleri musalahakârane vaziyeti almaya mükelleftirler.

Sakın hocaların cuma ve cemaatlerine ilişmeyiniz. İştirak etmeseniz de iştirak edenleri tenkit etmeyiniz. Gerçi İmam-ı Rabbanî demiş ki: “Bid’a olan yerlere girmeyiniz.” Maksadı, sevabı olmaz demektir; yoksa namaz battal olur değil. Çünkü selef-i salihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların arkasında namaz kılmışlar. Eğer mescide gidip gelmekte kebaire maruz kalırsa halvethanesinde bulunması lâzımdır.

(Kastamonu Lahikası)


Evvela zatınızın bir risale kadar câmi’ ve uzun ve müdakkikane, hararetli mektubunuzu kemal-i merakla okudum. Peşin olarak size bunu beyan ediyorum ki: Risale-i Nur’un üstadı ve Risale-i Nur’a Celcelutiye Kasidesi’nde rumuzlu işaratıyla pek çok alâkadarlık gösteren ve benim hakaik-i imaniyede hususi üstadım İmam-ı Ali’dir (ra). Ve قُلْ لَٓا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى âyetinin nassıyla Âl-i Beyt’in muhabbeti, Risale-i Nur’da ve mesleğimizde bir esastır. Ve Vehhabîlik damarı, hiçbir cihette Nur’un hakiki şakirdlerinde olmamak lâzım geliyor. Fakat madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak, Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var. Elbette bu müthiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.

Hem ölmüş insanları zemmetmek, hiç lüzumu yok. Onlar dâr-ı âhirete, mahall-i cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, emrolunan muhabbet-i Âl-i Beyt’in muktezası değildir ve lâzım da değildir diye Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı men’etmişler. Çünkü Vakıa-i Cemel’de Aşere-i Mübeşşere’den Zübeyr ve Talha ve Âişe-i Sıddıka (r.anhüm) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat o harbi içtihad neticesi deyip; Hazret-i Ali (ra) haklı, öteki taraf haksız fakat içtihad neticesi olduğu cihetle affedilir. Hem Vehhabîlik damarı hem müfrit Râfızîlerin mezhepleri İslâmiyet’e zarar vermesin diye Sıffîn Harbi’ndeki bâğîlerden de bahis açmayı zararlı görüyorlar.

Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i kelâmın büyük allâmesi olan Sa’deddin-i Taftazanî “Yezid’e lanet caizdir.” demiş fakat “Lanet vâcibdir.” dememiş. “Hayırdır ve sevabı vardır.” dememiş. Çünkü hem Kur’an’ı hem peygamberi hem bütün sahabelerin kudsî sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer’an bir adam, hiç mel’unları hatıra getirmeyip lanet etmese hiçbir zararı yok. Çünkü zem ve lanet ise medih ve muhabbet gibi değil, onlar amel-i salihte dâhil olamaz. Eğer zararı varsa daha fena…

İşte şimdi gizli münafıklar, Vehhabîlik damarıyla en ziyade İslâmiyet’i ve hakikat-i Kur’aniyeyi muhafazaya memur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip ehl-i hakikati Alevîlikle ittiham etmekle birbiri aleyhinde istimal ederek dehşetli bir darbeyi, İslâmiyet’e vurmaya çalışanlar meydanda geziyorlar. Sen de bir parçasını mektubunda yazıyorsun. Hattâ sen de biliyorsun; benim ve Risale-i Nur’un aleyhinde istimal edilen en tesirli vasıtayı, hocalardan bulmuşlar.

Şimdi Haremeyn-i Şerifeyn’e hükmeden Vehhabîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbnü’t-Teymiye ve İbnü’l-Kayyim-i Cevzî’nin pek acib ve cazibedar eserleri İstanbul’da çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid’alara müsaadekâr meşreplerini kendilerine perde yapmak isteyen, bid’alara bulaşmış bir kısım hocalar, sizin muhabbet-i Âl-i Beyt’ten gelen ve şimdi izharı lâzım olmayan içtihadınızı vesile ederek hem sana hem Nur şakirdlerine darbe vurabilirler.

Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zem ve tekfir, eğer haksız olsa büyük zararı var; eğer haklı ise hiç hayır ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zemme müstahak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok. İşte bu hakikat içindir ki ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt’in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikate müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahis ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler; menfaatsiz, zararı var demişler.

Hem o harplerde, çok ehemmiyetli sahabeler, nasılsa iki tarafta bulunmuşlar. O fitneleri bahsetmekte o hakiki sahabelere, Talha ve Zübeyr (ra) gibi Aşere-i Mübeşşere’ye dahi tarafgirane bir inkâr, bir itiraz kalbe gelir. Hata varsa da tövbe ihtimali kuvvetlidir. O eski zamana gidip lüzumsuz, zararlı, şeriat emretmeden o ahvalleri tetkik etmekten ise şimdi bu zamanda bilfiil İslâmiyet’e dehşetli darbeleri vuran; binler lanete, nefrete müstahak olanlara ehemmiyet vermemek gibi bir halet, mü’min ve müdakkik bir zatın vazife-i kudsiyesine muvafık gelemez.

Hattâ Sabri ile küçücük münakaşanız hem Risale-i Nur’a hem hakaik-i imaniyenin intişarına ehemmiyetli zarar verdiğini senden saklamam. Aynı vakitte burada hissettim, müteessir ve müteellim oldum. Sonra senin gibi ehl-i tahkik bir âlimin Risale-i Nur’a oraca ehemmiyetli bir hizmete vesile olacak Sabri oraya gelmesi, ikinizden büyük bir hizmet-i Nuriye beklerken bilakis üç cihetle Nur’a zarar geldiğini hissettim ve gördüm. “Acaba neden bu zarar olmuş?” diye iki üç gün sonra haber aldım ki Sabri manasız, lüzumsuz seninle münakaşa etmiş; sen de hiddete gelmişsin. “Eyvah!” dedim “Yâ Rab! Erzurum’dan imdadıma yetişen bu iki zatın münakaşasını musalahaya tebdil et.” diye dua ettim. Risale-i Nur’un İhlas Lem’alarında denildiği gibi şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle belki Hristiyan’ın dindar ruhanîleriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, nizâ etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor.

Senin hamiyet-i diniye ve tecrübe-i ilmiye ve Nurlara karşı alâkanızdan rica ediyorum ki Sabri ile geçen macerayı unutmaya çalış ve onu da affet ve helâl et. Çünkü o, kendi kafasıyla konuşmamış; eskiden beri hocalardan işittiği şeyleri, lüzumsuz münakaşa ile söylemiş. Bilirsin ki büyük bir hasene ve iyilik, çok günahlara keffaret olur. Evet o hemşehrimiz Sabri, hakikaten Nur’a ve Nur vasıtasıyla imana öyle bir hizmet eylemiş ki bin hatasını affettirir. Sizin âlîcenablığınızdan o Nur hizmetleri hatırı için dost bir hemşehri ve Nur hizmetinde bir arkadaş nazarıyla bakmalısınız.

Sahabelerin bir kısmı, o harplerde adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer’iyeyi düşünüp tabi olarak, Hazret-i Ali’nin (ra) takip ettiği adalet-i hakikiye ve azîmet-i şer’iye ile beraber zâhidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terk edip muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hattâ İmam-ı Ali’nin (ra) kardeşi Ukayl ve “Habrü’l-Ümme” unvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakiki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat مِنْ مَحَاسِنِ الشَّرٖيعَةِ سَدُّ اَبْوَابِ الْفِتَنِ bir düstur-u esasiye-i şer’iyeye binaen طَهَّرَ اللّٰهُ اَيْدِيَنَا فَنُطَهِّرُ اَلْسِنَتَنَا diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar.

Çünkü itiraza müstahak birkaç tane varsa tarafgirlik damarıyla büyük sahabelere, hattâ muhalif tarafında bulunan Âl-i Beyt’in bir kısmına ve Talha ve Zübeyr (ra) gibi Aşere-i Mübeşşere’den büyük zatlara itiraza başlar, zem ve adâvet meyli uyanır diye Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak taraftarıdır.

Hattâ Ehl-i Sünnet’in ve ilm-i kelâmın azîm imamlarından meşhur Sa’deddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında tel’in ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin allâmeleri demişler: “Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve kat’î bir derecede bilinmediği için o şahısların nass-ı kat’î ve delil-i kat’î bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimali olduğundan öyle hususi şahsa lanet edilmez. Belki لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِمٖينَ وَ الْمُنَافِقٖينَ gibi umumî bir unvan ile lanet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur.” diye Sa’deddin-i Taftazanî’ye mukabele etmişler.

(Emirdağ 1 Lahikası)


İmam-ı Ali’nin (kerremallahu vechehu) şahsına ve hayatına ve adalet-i hakiki üzerine giden siyasetine ilişmek, darbe vurmak başkadır. Şahsiyet-i zahirîsinden ve hayat-ı dünyeviyesinden ve siyaset-i içtimaiyesinden binler derece daha yüksek olan şahsiyet-i manevîsine ve kemalât-ı ilmiyesine ve makamat-ı velayetine ve vârisliğine darbe gelmez ve gelmemiş ve gelemiyor. Kimin haddi var? Onun için iki ciheti birleştirmek tevehhümüyle karşısında muarazaya çalışanların taarruzu pek dehşetli görünüyor. Ehl-i iman ortasında nasıl böyle vukuat olabilir? diye hayret veriyor. Halbuki Yezid ve Velid gibi habîs herifler müstesna, ötekilerin kısm-ı a’zamı, İmam-ı Ali’nin (ra) hârika kemalâtına ve kerametlerine ve verasetine ilişmek değil belki yalnız hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye ait idaresine darbe vurmaya çalışmışlar, hata etmişler.

(Emirdağ 1 Lahikası)


“O mübarek zatların başına gelen o feci, gaddarane muamelenin hikmeti nedir?” diyorsunuz.

Elcevap: Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi Hazret-i Hüseyin’in muarızları olan Emevîler saltanatında, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı:

Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan: “Hükûmetin selâmeti ve asayişin devamı için eşhas feda edilir.”

İkincisi: Onların saltanatı, unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için milliyetin gaddarane bir düsturu olan: “Milletin selâmeti için her şey feda edilir.”

Üçüncüsü: Emevîlerin Hâşimîlere karşı an’anesindeki rekabet damarı, Yezid gibi bazılarda bulunduğu için şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti.

Dördüncü bir sebep de Hazret-i Hüseyin’in taraftarlarında bulunuyordu ki Emevîlerin Arap milliyetini esas tutup sair milletlerin efradına “memalik” tabir ederek köle nazarıyla bakmaları ve gurur-u milliyelerini kırmaları yüzünden, milel-i saire Hazret-i Hüseyin’in cemaatine intikamkârane ve müşevveş bir niyetle iltihak ettiklerinden Emevîlerin asabiyet-i milliyelerine fazla dokunmuş, gayet gaddarane ve merhametsizcesine meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir.

Mezkûr dört esbab, zahirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazret-i Hüseyin ve akrabasına o facia sebebiyle hasıl olan netaic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyat-ı maneviye o kadar kıymettardır ki o facia ile çektikleri zahmet, gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehit edilse öyle bir mertebeyi bulur ki on sene başkası çalışsa ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehit olduktan sonra ona sorulabilse “Az bir şey ile pek çok şeyler kazandım.” diyecektir.

(15. Mektup)


İşte bu vahşiyane irticanın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’an şakirdlerinin Kur’an’ın yüzer kanun-u esasîsinden وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى âyetinin ders verdiği kanun-u esasîsi ile adalet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti temin etmeye çalışan ehl-i iman fedakârlarına “mürteci” namını verip onları müttehem etmek; mel’un Yezid’in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zalimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’an’ın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir.

(Emirdağ 2 Lahikası)


Evet, o dalalet ve zındıkanın en azgın devirlerinde Bedîüzzaman Said Nursî, daimî nezaret ve tarassud altında ve böyle müthiş ve pek çok ağır şerait içerisinde idi. Nemrutların, Firavunların, Şeddadların ve Yezidlerin yapamadığı zulümlerin envaı Bedîüzzaman’a yapılıyordu. Ve yirmi beş sene böyle devam etti. O zaman âlem-i İslâm, maddeten fakirdi ve müstevlilerin esaretinde bulunuyordu. Bütün gizli fesat ve dinsizlik komiteleri hem Türkiye’de hem âlem-i İslâm’da müthiş faaliyetler yapıyor ve taraftarları onları destekliyor ve hepsi de İslâmiyet aleyhinde ittifak ediyorlardı.

(Tarihçe-i Hayat)


Sana ilişildiği zaman anâsır hiddet ederek bazen yeller ve seller halinde ve bazen yıldırımlar ve şimşekler şeklinde ve bazen şiddetli yangın ve zelzeleler suretinde tokatlar vurduğundan sen koşup geldiğinde mecruh ve mevtaları, şehit ve yezid diye iki sınıfa ayırıyorsun.

...

Duanıza muhtaç talebeniz Hasan Feyzi

(Konferans (Küçük Kitap))


İşte bu vahşiyane irticanın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’an şakirdlerinin Kur’an’ın yüzer kanun-u esasîsinden وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى âyetinin ders verdiği kanun-u esasî ki adalet-i hakikiye ve ittihat ve uhuvveti temin etmeye çalışan ehl-i iman fedakârlarına “irtica” namını verip onları müttehem etmek; mel’un Yezid’in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zalimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’an’ın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir.

((Konferans (Küçük Kitap))


S- Şu pis istibdad, ne vakitten beri başlamış geliyor?..

C- İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, nasılsa bunu da beraber getirmiştir.

S- Demek şu istibdad hayvaniyetten gelmedir?

C- Evet müstebid bir kurt, biçare bir koyunu parça parça etmek. Daima kavî zaifi ezmek, hayvanların birinci düstûr ve kavânin-i esasiyesindendir.

S- Sonra...

C- Şeriat-ı Garra zemine nüzul etti; tâ ki zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin. Şu insaniyetin siyah lekesini izâle etsin. Hem de izale etti...

Fakat vâ esefâ ki, muhit-i zamanî ve mekanînin te'siriyle hilâfet, saltanata inkılâb edip, istibdad bir parça hayatlandı. Tâ Yezîd zamanında bir derece kuvvet bularak başını kaldırdığından; İmam Hüseyin Hazretleri hürriyet-i Şeriyye kılıncını çekti, başına havale eyledi. Fakat ne çare ki; istibdadın kuvveti olan cehil ve vahşet cevanib-i âlemde zeyn-ab gibi Yezîd'in istibdadına kuvvet verdi.

(Münazarat)

Diğer Bahisler

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler

İlgili Resimler/Fotoğraflar

İlgili Maddeler/Kategoriler

  • Emeviler: 4 halifeden sonra hüküm süren ve Yezid'in de mensubu olduğu ilk İslâm hânedanı.
  • Muaviye Bin Ebu Süfyan: Yezid'in babası ve Emevi hilafetinin kurucusu olan sahabi
  • Hüseyin (ra): Peygamberimizin, Yezid'in ordusunun Kerbela'da şehit ettiği torunu
  • Kerbela: Hz. Hüseyin'in Yezid'in ordusu tarafından katledildiği şehir
  • Velid: Peygamberimizin mucizevi olarak geleceği haber verdiği Yezid gibi sefih Emevî halifelerinden.

Kaynakça