Seydişehirli Hacı Abdullah

Seydişehirli Şeyh Hacı Abdullah Efendi Konya'nın Seydişehir ilçesinde bugün yıkılmış büyük medresesinde 36 yıl müderrislik yapmış ve pek çok öğrenci yetiştirmiştir bir Nakşibendi Hâlidî kolu şeyhidir. 1869 yılında medrese hocalığını oğullarına bırakmış ve bu tarihten sonra her sabah Seyyid Harun Camii’nde cemaate tefsir dersleri vermiş, ondan sonraki zamanını ibadetle ve tefekkürle geçirmiştir. Pek çok halife yetiştirmiş ve tarikatı bunlar vasıtasıyla Anadolu’nun pek çok yerinde yayılmıştır. Vefat ettikten sonra mezarı üzerine Sadrazam Mehmet Ferit Paşa ve Sultan II. Abdülhamit’in yardımı ile türbesi yaptırılmıştır.[1][2]
Bediüzzaman yazdığı bir mektupta medrese ve tarikat ehlinin hakiki malları ve medrese mahsulü olan Risale-i Nur'a sahip çıkacaklarını beyan eder ve Seydişehirli Hacı Abdullah’ın bütün mensuplarının Kastamonu, Isparta ve Eskişehir’de Risale-i Nur dairesini kendi tarîkat daireleri telakki etmelerini ve onlardan Nurlara rastlayanların takdirkârane sahib çıkmalarını örnek olarak vererek onları tebrik eder. Bunun bir sebebinin müridleri kendisine, “Efendim sizden sonra hizmet nasıl devam edecek?” diye sorduklarında: “Müceddidlik, Mehdiyete inkılâp edecek ve vazife Isparta’dan devam edecek” diye cevap vermesi olduğu rivayet edilir.[3]
Şahsi Bilgiler
Diğer İsimleri:
Doğum Yeri ve Tarihi: Karacahisar Köyü, Bozkır, Konya, H.1222 (M.1806)[1]
Vefat Yeri ve Tarihi: Seydişehir, Konya, 26 Zilhicce 1320 (26 Mart 1903)[1] veya 19 Zilhicce 1319 (m.1903)[2]
Kabrinin Yeri: Merkez, Seyit Harun Mahallesi 1606 numaralı sokak, 217 ada ve 20 parsel, Seydişehir, Konya (Türbe 1955 yılından sonra onarılmıştır, Hızır Mescidi olarak bilinir)[1]
Harita Konumu: [1]
Eserleri ve Risale-i Nur'da Eserlerinden Alıntılar
Risale-i Nur ile Nasıl Tanıştığı
Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği
Râbian: Nurlar, mektepleri tam nurlandırmaya başladı. Mektep şakirdlerini medrese talebelerinden ziyade Nurlara sahip ve nâşir ve şakird eyledi. İnşâallah medrese ehli yavaş yavaş hakiki malları ve medrese mahsulü olan Nurlara sahip çıkacaklar. Şimdi de çok müftülerden ve çok ulemalardan Nurlara karşı çok iştiyak görülüyor ve istiyorlar. Şimdi en mühim tekyeler ehli, ehl-i tarîkattır. Bütün kuvvetleriyle Nur Risalelerini nurlandırmaları ve sahip çıkmaları lâzım ve elzemdir (Hâşiye: İşte mühim bir numunesi: Seydişehirli Hacı Abdullah’ın bütün mensupları hem Kastamonu’da hem Isparta’da hem Eskişehir’de Risale-i Nur dairesini kendi tarîkat daireleri telakki etmişler ki onlardan Nurlara rastlayanlar, takdirkârane sahib çıkıyorlar. Onlara bin bârekellah!).
Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatini düşünüp “Tarîkat zamanı değil, bid’alar mani oluyor.” dedim. Fakat şimdi Sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün on iki büyük tarîkatın hülâsası olan ve tarîklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarîkat ehli kendi tarîkatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarîkatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor, kalbi mağlup olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz, hakiki Nurcu olabilirler. Yalnız mümkün olduğu kadar bid’atlara ve takvayı kıran büyük günahlara girmemek gerektir.

